Bu Blogda Ara

26 Kasım 2010 Cuma

Mocumentaries


Puan: 6/10

         
          The Fourth Kind:
          The Fourth Kind ile başlayayım. Bu filmi  ne olduğunu hiç bilmeden, bilimkurgu filmi uzaylılar filan da var, notu da düşük değil diyerek aldım. Gecenin bir yarısı izlemeye başladık. Hemen söyleyeyim, izlemediyseniz okumaya devam etmeyin. Çünkü keyfi öyle çıkıyor...

           Öncelikle Milla Jovovich'in filmin başında çıkıp, "bütün bunlar gerçektir, inanıp inanmayacağınıza siz karar verin," tarzındaki cümleleri bizi pek şaşırttı. Uzaylı komplo teorilerini, gerçek hikaye şeklinde lanse eden başka kitaplar ve filmler de olduğu için olabilir deyip geçtik. Film, "mocumentary" denilen tarzda başladı. Ekran zaman zaman ikiye bölünüyor ve biri "gerçek" diğeri kurgu görüntüler veriliyordu. Konu uzaylılar tarafından kaçırılma ve psikolog bir kadın Alaska'da bu olayların nasıl yaşandığını anlatıyor. Önce kocasının ölümü veriliyor, ardından Alaska'daki hastalarının hepsinin aynı rüyayı görmesiyle devam ediyor. Gelen hastaların hepsi bir "baykuş" gördüklerini söylüyor. Kadın, hastalarını hipnoz etmeye başlıyor (!) İlk hasta hipnoz esnasında o kadar korkuyor ki, aslında ne gördüğünü söyleyemiyor. Sonra evine gidip, korkudan karısını çocuklarını vuruyor. Bu esnada bize yalnızca kurgu değil, adamın vurma anı da gerçek kamera görüntüsünden gösteriliyor. Biz de bu noktada şok oluyoruz, epeyce vahşi sahneler çünkü. Neyse film, gelen bütün hastaların enteresan bir biçimde hipnoza cevap vermesi ve hepsinin aslında "baykuş" görmediklerini anlamalarıyla devam ediyor. İkinci hipnoz edilen hasta da hipnoz esnasında belini kırıyor (!) Bu görüntünün de gerçeği veriliyor (!) Biz de ne oluyor kardeşim böyle, diye bakıyoruz. Film, kadının sonunda olayları antik Sümer diliyle de birleştirerek uzaylılara bağlamasına dek ulaşıyor ki, bu noktada ben artık Marduk çarpacak mı ne diyorum :) Yine gerçek bir UFO'nun haydi gölgesini diyelim, görüyoruz. Kadının çocuğunu uzaylılar kaçırıyor vesaire vesaire... Ben filmi makul bir şüpheyle izlemeyi tercih ettim. Bana verilen "gerçek olaylar" cümlesini olduğu gibi alıp, filmi anlamlandırmaya çalıştım ki böyle epeyce keyif aldım. Ahlaki açıdan yargılanmayınca, bir anlığına bizi komplo teorilerinin gerçek olduğu bir dünyaya götürüyor ve realiteyle kurgunun sınırlarını aşındırıyor. Bir an için "ya öyleyse" diye düşünmenin keyfini yaşatıyor. Velhasıl sonuçta o "gerçek" diye verilen görüntülerin de kurgu olduğunu tek tıkla öğrendik. Fakat imdb'nin bile gerçek psikolog olarak gösterilen kadının yanına, aktris ismi koymamasına hayret ettim. Hoş bulmadım, belki filmin sonunda hepsinin kurgu olduğu yazmalıydı... Yine de gece gece güzel geldi, eğlendik.

Puan: 6/10Paranormal Activity:

İkinci film, Paranormal Activity. Aynı ekolden ertesi gece devam ettik. Yine bir "mocumentary" tarzı, bu film çok ses getirdiği için ya da ben duyduğum için diyeyim bir öncekinin etkisini yaratmadı. Duymasaydım bile, uzaylı vs. paranormal olayında uzaylılar açık ara kazanır :) Ben filmi genel olarak beğendim, karakterlerin zeka seviyesini sık sık sorgulasam da, düşük bütçeyle bence epey iyi iş çıkartılmış. Bir korku filmi, evlerimizin içine girdiğinde, bizim hayatımıza benzer hayatlara odaklandığında etkisi daha çok oluyor ve daha inandırıcı oluyor diye düşünüyorum. Yoksa zindanlarda, yeraltında, mağaralarda, tarlalarda geçen filmlerin açıkçası benim üzerimde pek etkisi yok. Karanlık ve ani hareketlerin korkutma unsuru olduğunu da sanmıyorum. Bu sebeple haunted evler favorilerim arasında. Gerçi bu film evden ziyade bir kadının peşindeki bir varlığı anlatıyor. Ve epeyce ürkütücü sahneleri de var fakat film boyunca sevgilisinin aptallığı ve nedense görüntülerin satılmaya hiç çalışılmaması, demonolog (!) adamdan başka seçenek yok gibi davranılması, onca absürd olay yaşanırken bunların aa kapak açık diye şaşkınlık yaşamaları bol bol gülmemize sebep oldu. O ellerindeki videolarla nereye gitseler kabul görürlerdi, inceleme sonrası ama nedense hep kayıt hiç hareket şeklinde devam ettiler. Dolayısıyla senaryoda hatalar, keza karakterlerin şapşallığı ve yaratığın pek de anlam arz etmeyen hal ve tavırları filmin dengesini pek bir kaydırmış fakat yine gece için kötü bir seçenek değil.

Puan: 6.5/10
District 9:


Son film! District 9. Bu film, Oscar'a adaylığı açıklanan izleme listeme girdi. Tarz aynı fakat açıkçası aralarında en az beğendiğim ve genre'sinde comedy aradığım tek film oldu.  Filmi eleştirenler topa tutuldu, neredeyse son yılların en iyi bilimkurgu filmi seçildi. O kadar da değil, hatta hiç değil. Tamam, film Johannesburg'da geçiyor. Uzaylılar A.B.D.'ye inmedi. Tamam, sosyal eleştiriler var ama Philip K. Dick filmlerinde de bu kadarı var artık ve hatta fazlası. Orijinal bir film, şaşırtıcı bir film ama genel olarak benim kanımca olmamış. Orijinal bir fikir, dışlanan ve yaşam koşulları kötüleştirilen grupların sonunda ne hale gelecekleri ve nasıl bir tehdit oluşturacakları, "öteki" fikrinin ne sonuçlara varabileceği ve zorunlu empati güzel ve hoş...  Bu sebeple de filmin ilk yarım saatini güzel bir film izliyorum edasıyla geçirdim. Sonra her şey sapıttı ve absürdleşti. Epey absürdlerşti. Başrol kahramanımız zorunlu empati olacak ya, bir şey kokladı ve başladı "Sinek" gibi dönüşmeye (!) Önce koldan başladı dönüşmeye, sonra yavaş yavaş film boyunca dönüşedurdu. Film boyunca o güzelim uzay makineleriyle neden geldikleri belli olmayan ve neden geldiklerinin hiç sorulmadığı uzaylıların arasında takılmaya ve hatta onlarla dostluk kurmaya başladı. O şeyin de sonradan benzinvari bir şey olduğunu anladık, zavallı uzaylılar onunla kaçacakmış (!) Onlar gibi olmanın ne olduğunu anlayan kahramanımız da iyice dönüştüğü uzaylı haliyle insanlar karşı mücadele vererek, kendini yeni uzaylı dostları için kurban etmeye karar verdi ki sonunda hala hayatta olduğunu da öğrendik. Ya da kurtulmuş diyelim. Filmin bu son kısımlarını, "Yeterrr!" diyerek izledim. Bunda absürd film düşmanlığımın da etkisi vardır muhtemelen :) Filmin merkezinin insanın "öteki" olarak gördüğünü insan yerine koymamasını fakat onun yerine geçtiğinde ne halt ettiğini anlaması olduğunu sanmıyorum, bu bana daha çok arka planda kalmış gibi geldi. Sonlara doğru iyice klişe bir hal aldı, artık neredeyse her filmin sonunda olduğu gibi uzun dövüş sahneleriyle bitti ki bu beni artık bunaltıyor. Zira Tim Burton'ın Alice'i bile bu ekolden gitti. Daha güzel olabilirdi diyorum, ben izlerken epeyce sıkıldım...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder